Maria
O gün bizim birlikte geçirdiğimiz en mutlu gündü. Maria ile İstanbul’u,
Boğazı izleyebileceğimiz bir tepeye çıkıp bir bankta oturmuş karşımızdaki Boğaz
manzarasının tadını çıkarıyorduk. Gün batmak üzereydi. Bütün gün birlikte çok güzel
vakit geçirmiştik. Günün yorgunluğunu atmam için bu güzel manzara ve Maria
yeterdi. Başını omzuma koymuş, çıt çıkarmadan, huzur içinde düşüncelere
dalmıştı. Bundan daha uygun bir vakit olamazdı. “Maria” dememle doğruldu ve
bana tatlı tatlı baktı. Bir kez daha onun güzel gözlerine âşık olduğumu
hatırladım. Artık hazırdım. Cebimdeki kutuyu çıkartıp ona uzattım. Çok
şaşırmıştı. Gözleri doldu. Çocukluktan beri süregelen birlikteliğimizin
evlilikle taçlanmasını o da istiyordu elbette. Ama aniden gelen teklif onu
afallatmıştı. Dili tutuldu. Cevap veremedi. Kollarını boynuma dolaması verdiği
cevapların en güzeliydi…
Evlilik planlarımızı konuşarak yürümeye
başladık. Uzun bir yürüyüşle onu Beyoğlu’ndaki bir iki katlı eski binaların
bulunduğu mahallemize geldik. Maria ile biz komşu çocuklarıydık, birlikte
büyüdük. Babası karşı çıkmazdı herhalde. Maria bir Rum kızıydı, doğduğundan
beri bu mahalleden dışarı adım atmamıştı. Babası, hatta dedesi de bu
mahalledeki iki katlı ahşap evde doğmuştu. Babası İskender Amca için bu ev çok
kıymetliydi. Bir çivi dahi çaktırmazdı. Ben ise memur olan babamdan dolayı
şehir şehir gezmiş, en sonunda babamın istifa etmesi ile beş parasız kalmış
kendimizi burada bulmuştuk. Bir yakını sayesinde babam iş bulmuştu ve bütçemize
yeten bulabildiğimiz ilk yere yerleşmiştik. Ne tesadüf ki bu evde genelde Rum
halkın yaşadığı bu eski İstanbul mahallesiydi. Tabi ilk taşındığımızda diğer
komşular, çocuklar kabullenemediler burada oturmamıza. Hiç arkadaşım yoktu ilk
başlarda. Bir tek Maria sahip çıktı bana. Hiç unutmuyorum Maria’nın ilk
taşındığımız zaman köşe başından bizi seyredip bana attığı o masum bakışı. O
bakışı benim ona sırılsıklam âşık olmama yetmişti. Yıllardır süregelen çok
güzel bir arkadaşlığımız vardı ve şimdi ise evleniyorduk artık. Hiç ayrılmadık,
ayrılmayacaktık.
Sabahın ilk ışıkları ile kalktım. Bugün
büyük gündü. Maria eve gider gitmez babasına durumu anlatacaktı. Ben de hemen
erkenden İskender Amca ile konuşup Allah’ın emri ile isteyecektim kızını. Babam
ve annem vefat edince kimsem kalmadı bu dünyada. Bu yüzden bu görev bana
düşüyordu. Rahmetli annemin dolabın en derinliklerine sakladığı bayramdan
bayrama yıkanıp, ütülenen takım elbisemi özenle hazırladım, giyinip kuşanıp
yola koyuldum. Hemen köşedeki tatlıcıdan Maria’nın babası İskender Amcanın en
sevdiği lokumlardan hazırlattım ve dükkanına, arka mahalledeki küçük esnaf
lokantasına doğru yürüdüm. Daha açılmamıştı. Saat çoktan öğlen olmuştu. Benim
bildiğim İskender Amca bu saatlerde kasada oturmuş kahvesini yudumlayıp öğle
yemeği için gelecek olan esnafı beklerdi. Bir terslik vardı. Yandaki çiçekçi
dükkanından Osman Amca, kapıdan telaşla “Oğlum, daha gelmedi İskender. Ben de
meraklandım, bir koşu gidip bir evine baksan ya. Hasta mı bu adam, sağ mı?”.
Ben de telaşlanmıştım. Aklıma kötü ihtimaller getirmemeye çalıştım ama engel
olamıyordum. Ya Maria’ya bir şey olduysa? İçimi tarif edemediğim garip bir his
kapladı. “Sağ olasın Amca” deyip gerisingeri yola koyuldum. Yarım saatte
sallana sallana gittiğim yolda bu sefer jet hızıyla gidiyordum. Ayaklarım artık
vücudumdan bağımsızdı. Koşmuyordum ama dışardan gören biri beni koşuyormuş
sanırdı. Mariaların kapısına vardığımda nefes nefese kaldığımı fark edip kapıyı
çalmadan önce biraz soluklandım. Zile önce tereddütle bastım. Açan olmadı.
İçerde ne bir ses vardı ne bir hareket. Kendinden emin bir şekilde bir kez daha
bastım. Yine aynı şekilde kapı duvar. Bu kez kapıya vurmayı denedim. Eski tahta
kapı “daha fazla ısrar etme de gir içeri” dercesine ilk vuruşumla aralanmıştı. Kapıyı
tereddütle sonuna kadar açınca karşılaştığım manzara karşısında şok olmuştum.
İskender Amca kanlar içinde yerde yatıyordu. Cansız bedeni delik deşikti. Maria?
O neredeydi? Tüm evi olay benim üstüme kalır korkusu olmadan dolaştım. Kim
yaptıysa her tarafı dağıtmış, evde bir şeyler aramıştı. Ama Maria’m, benim
güzel sevgilim ortalıklarda yoktu. Elim ayağıma dolandı. Kim yapardı böyle bir
şeyi? Kim ne isterdi onlardan? Maria’yı neden götürmüşlerdi? Yoksa… Aklımda bir
sürü ihtimal, bir sürü soru işareti… Benim bir an önce Maria’yı sağ salim
bulmam gerekti. Yaşamıyor olma ihtimalini düşündükçe göz yaşlarıma hâkim
olamıyordum. Çaresizlik bütün vücudumu kaplamıştım. Ne yapacaktım? Sağlıklı
düşünemiyordum. Sevdiğim kadın ne durumda öğrenmeden de düşünemeyecektim. Kazım
abi… Kazım Abi’den yardım istemek geldi aklıma. Babamın en yakın arkadaşıydı.
Onu bulmam lazımdı. Polisler geldi. Komşular benden hızlı davranıp aramışlardı. Olup
biteni onlara da anlattım. Bildiğim hiç düşmanları yoktu ki Maria orada
diyeyim. Benim çocukluk aşkımı bulmam lazımdı.
İlk ifademi verdikten sonra hızlıca Kazım
abiyi aramaya koyuldum. Cüzdanımdan çıkarttığım, annem ile babamın cenazesinde
elime sıkıştırdığı kebapçı kartviziti altındaki telefon numarasını tuşladım.
Telefondan tok, yaşlıca bir ses “alo, buyurun” “Abi, ben Cengiz’in oğlu Kemal.
Hatırladın mı abi.” “Ula hangi Cengiz? Ha bizim Hoca Cengiz mi? Vay koçum ne
yapıyorsun ne ediyorsun. Hiç arayıp sorduğun da yok hayırsız! Sesini
unutmuşuz.” Onun sitemine karşılık vermeyip hızlıca durumu anlattım. Çaresizce
yardım istedim. “Allah alla! Kim yaptı acaba? Bizimkilerden değil. Olsa
bilirdim. Ben bir sorup soruşturayım ama sen de ortalarda gezme. Gel ortalık
sakinleşinceye kadar benim buralarda takıl. Hem yüzünü göreyim hem iki laf
ederiz.” Bu cazip teklifi kıramadım. Tarlabaşı’ndaki kebapçı dükkanına doğru
yürüdüm. Çaresizdim. Elimden beklemek haricinde bir şey gelmiyordu. İnşallah
sağ salim bulunurdu güzel sevgilim. Hayallerimizdeki gibi yaşar giderdik.
İsterse başka bir semte taşınır bu acıları bir kenara atar istediğimiz gibi
huzurla yaşardık. Onun saçının bir teline zarar gelmesin yeterdi benim için.
Hem hemen varmamak hem de kafamı
dağıtmak için yolu baya uzatmıştım. Yürümem, sakinleşmem, enerjimi dışarı atmam
gerekiyordu. İnsanlar ne kadar da rahatlardı sanki iki-üç sokak ötede bir adam
öldürülmemiş, bir kadın kaçırılmamış, bir ev soyulmamış, hayatlar yıkılmamış
gibi… insanların bu kadar rahat davranıyor olması beni iyice sinirlendiriyordu.
Sinirimi bir sokaktan ötekine geçerek atıyordum. Bir an için durdum. Büfede duran
bir kadın dikkatimi çekti bu kalabalıkta. Yanında uzunca boylu takım elbiseli
kel bir adam. Adamın elinde büyükçe bir valiz. Aceleleri var gibi. Bu kıvırcık
bukleli, siyah saçlar… Başındaki hasır şapka… Papatya desenli mavi tül elbise… Bana
Maria’yı anımsattı. Onun da tıpkı o elbise gibi elbisesi vardı. O olabilir mi
diye düşünmeye başladım. İçimi bir anda umut kapladı. Ama ne işi olur babası o
halde iken orada. Hem yanındaki bu mafya tipli adam da kim? Arkası dönük bana,
yüzünü göremiyordum. Emin değildim. Ya o değil ise ya zihnim bana bir oyun oynuyorsa,
ya bu bir tesadüften başka bir şey değilse… Yürümeye başladılar. Onun Maria olup
olmadığına emin olmam gerekiyordu. Peşlerinden ben de harekete geçtim. Takip
etmem bana bir şey kaybettirmeyecekti. Eli kolu bağlı bir şekilde oturmaktan iyidir
diye düşünüp bir süre takip ettim. Muhtemelen Taksim Meydanına doğru
gidiyorlardı. Oradan ya otogara ya da
havaalanına gideceklerdi. Tahmin ettiğim gibi oldu. Meydandan havalimanı
otobüslerine bindiler. Ben ise hala emin olamamıştım onun Maria olup olmadığına.
Görüşü tıpkı oydu ama yüzünü hala görememiştim. İçimdeki his ise “O Maria” diye
bağırıyordu. Ama aklımda yine de bir sürü soru işareti vardı. Hem bu adam kimdi,
ne istiyordu ki Maria’dan? Ben de peşlerinden arkadaki otobüse bindim ve
havalimanına doğru yol aldım.
Bu kadar büyük bir şehirde havalimanında
onları bulmam, hatta doğru havalimanını bulmam bile mucize olacak diye düşünmeden
edemiyordum. Dakikalar geçtikçe içimdeki ümidin yerini koca bir boşluk
kaplamıştı. Yorulmuştum. Hava kararmak üzereydi. Sabahtan beri oturmadığımı ve
acıktığımı fark ettim. Biraz dinlenmeli ve sonrasında Kazım Abinin dükkanına
doğru yol almalıydım. Yolcu bekleme salonuna doğru yürümeye başladım. Derken o
papatya elbiseli kız ve iri kıyım adamı gördüm bekleme salonunda. Bu sefer yüzü
bana dönüktü kızın. Biraz daha yaklaşırsam emin olacaktım onun Maria olduğuna. Her
adım attığımda heyecanım yüz kat atıyordu. Sanki o Maria ve ben onu ilk defa
görüyormuşum gibi. O olmama ihtimali yoktu aklımda. O güzel gözler, o kaşlar, o
burun… Artık emindim. Maria idi o.
Devam edecek…
Yorumlar
Yorum Gönder