Issız Sokak
İşten normalden biraz daha geç çıkmış, ana caddeden evimin olduğu mahallenin derinliklerine doğru uzanan, daha kısa sürmesine rağmen pek sık kullanmadığım, upuzun, sessiz, karanlık, kimsesiz İstanbul’un arka sokaklarından birinde elimde telefonda eski arkadaşlarımdan biriyle mesajlaşarak ilerliyordum. Arkamda Taksim’in, alıştığımdan olsa gerek, rahatsız etmeyen uğultusu ve cıvıltılı gece hayatı, önümde ise ne çıkacağı bilinmeyen karanlık dar bir sokak vardı. Bu ıssızlıktan faydalanarak arada derin düşüncelere dalıyor, eve bir an önce varma hayali kuruyordum.
Tam bu uzun sokağın sonundaki köşeyi
dönerken bir çığlık sesi ile irkildim. Telefonum bir anda yere düşmüştü. Yere
eğilip karanlıkta telefonumu bulmaya çalışırken sesler daha arttı. Bir kadın ve
adam kavga ediyor, adam kadına ağıza alınmayacak hakaretler ediyor, anladığım
kadarıyla bir şeyler fırlatıyordu. Arka taraftan gelen çocuk ağlamaları da
dikkatimi çekmişti. Seslerin geldiği yöne, iki katlı harabe evin birinci katındaki
açık bırakılmış tahta pencereye doğru yöneldim. Tam o sırada tiz bir ses
fısıltılıyla arkamdan seslendi. Arkamı döndüm. Tam karşıdaki apartmanın ikinci
katında, evinin balkonundan uzanmış yaşlı bir teyze:
“Evladım! Bizimki yine
çoştu anlaşılan. Aman yavrum sakın bulaşma bunlara.”
“Teyzeciğim, kadınla
çocuk zor durumda anlaşılan. Bir polise haber verelim.”
“Ah yavrum ah! Polise haber vermez olur muyuz hiç? Her akşam
kapılarında polis. Ama kız şikayetçi olamıyor korkudan. Polis ne yapsın. Adam
her gece bu saatlerde geliyor, kızı ve ufacık çocuğunu küçücük şeyi bahane
ediyor ve dövüp dövüp gidiyor aşağıda bir yere kumar oynamaya. Kumarbazın,
ayyaşın teki bu adam. Ne kadar kötü şey varsa hepsi bu adamda. Bizim kız bir
gün takip etmiş bunu da başka kadınlarla yakalamış ama sesini çıkartamamış.
Mahalleli de korkuyor bundan. Bir ters anına denk gelip yanından hiçbir şey
yapmadan geçsen “Niye buradan geçiyorsun” diye bağırıyor. Hem suçlu hem güçlü.
Boş ver oğlum. Sen hiç karışma. Bunlar iflah olmaz,” diyerek bana kısacık
sürede her şeyi anlatmıştı bu dedikoduyu çok seven teyzemiz.
“Peki bu kızın ailesi falan yok mu?”
“Var da neye yarar.
Kızın sevdiği var diye bu adamla genç yaşında evlendirmişler. Şimdi ne arıyorlarmış
ne de soruyorlarmış,” dedi tonton teyzem büyük bir üzüntüyle. Tam o sırada masum
kadın ve çocuğunun sesleri iyice şiddetlenmişti.
“Yok ben duramam daha
fazla. Bu böyle olmaz. Ben ne yapacağımı bilirim,” demiştim ama aslında kendime
fazla güvenemiyordum. Avukat olmamın avantajlarını kullanıp iç güdülerime
sığınacaktım.
Bir hışımla evin kapısına doğru yöneldim ve
kapıyı hızlı bir biçimde çaldım. Kapıyı bir kaç dakika sonra beyaz atlet,
çizgili eşorfmanlı, kirli sakallı, iri yarı, hafif göbekli bir adam açtı. Elini
kaldırarak:
“Hayırdır bu saatte,”
diye bağırdı. Ben adamın sert çıkışından ağızımı açamamıştım. Gözüm adamın
arkasındaki antreye, yerde, karşıdaki odanın kapısının yanında oturan kanlar
içindeki genç kadına ve annesine sarılmış ağlayan dört yaşlarındaki çocuğa
ilişti. Kadın bana çok tanıdık geliyordu. Zorlasam hatırlayabilirdim belki.
Gözleri dikkatimi çekmişti. Masmavi, iri, ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözler
sanki bana çok yakın birine aitti. Ama hatırlamakta çok zorlanıyordum. Yüzündeki
morluklar ve her tarafına bulaşmış olan kan lekeleri hatırlamama engel
oluyordu. Genç kadın bakışlarımdan rahatsız olmuştu ya da beni tanımış
kocasından çekiniyordu. Gözlerini benden kaçırıyordu.
Adam bana üzerime
doğru yürüyerek şiddetle seslendi:
“Aloo! Hemşerim hayırdır gece gece rahatsız
ediyorsun.”
“Ben.... Sadece,”
diyerek adama tatmin edici bir cevap verememiştim. Sert çıkışından ürkmüştüm ve
genç kadını tanımaya çalışıyorken verecek cevap bulamamıştım doğrusu. Bu sefer
avukat olmam işe yaramıyordu. Adam arka tarafa odaklandığımı anlayıp
şüphelenmiş olacak birden:
“Lan sen kimin
karısına, kızına bakıyorsun? Züleyha koş bana tüfeğimi getir. Bu tipler ancak silahtan anlar,”
dediği anda anladım. Bu gözler ancak benim biricik aşkım Züheyla’nın
olabilirdi.
Züheyla ile biz küçüklükten beri birbirimizi
çok seviyorduk. Çok görüşemesek de okul çıkışları buluşup biraz ilerideki nehir
kenarında oturup hayaller kuruyorduk. İkimizde okuyup büyük insanlar olduktan
sonra evlenip gidecektik buralardan kimsenin bizi bulamayacağı diyarlara.
Okulumuz bitti. Ben üniversite kazandım ve aldım anne babamı çaldım kapılarını.
Züheyla'yı istedik babasından. Fakat babası benim üniversite okumamı ve ailemin
parasız olmasını bahane edip benimle evlendirmek istememişti Züheyla’yı. Para
için onu başkasına veriyordu. Biz de Züheyla ile kaçmaya karar verdik. Hayalini
kurduğumuz diyarlara gidicektik. Fakat buluşmayı planladığımız yere giderken
abisi anladı olayı, beni yakaladı ve av tüfeğiyle vurdu eli bile titremeden.
Gidemedim sevdiğimin yanına. Beni yolda yerde yatarken bulan amcam hastaneye
yetiştirmişti. Günlerce hastanede yattım. Sonradan öğrendim ki ben hastanede
canımla cebelleşirken Züheyla’yı evlendirip İstanbul’a göndermişler. Kim bilir
kızı ne vaatlerle kandırdılar da bu zorba herif ile evlendirdiler.
Ben asla
ondan vazgeçmedim. Üniversiteyi bitirip onu bulmak ümidiyle İstanbul’a geldim,
burada çalışmaya başladım. Onu aramadığım, sormadığım yer kalmamıştı koca
şehirde. Kader bu sonunda o benim karşımdaydı.
Hem de evimin iki sokak ötesinde... Önemli olan onu tekrar görebilmekti.
Ne kadar evlenmiş olsa da sonuçta o benim biricik aşkımdı.
Bu
sırada Züheyla içeri yöneldi ve tüfeği ürkek tavırlarla öfkeyle bana bağırıp
çağıran kocasına uzattı. Adam tüfeği alıp bana doğrulttu ve:
“Çabuk konuş yoksa
seni vururum, dedi. Ben tüfeği önemsemeden Züheyla ile ilgilendim. Onun için
yeteri kadar acı çekmiştim. Gerekirse canımı vermeye hazırdım:
“Züheyla! Çok özür
dilerim. Böyle olsun istemedim, demekle yetindim.. Züheyla ağlayarak:
“Beni bu hale sen
getirdin. Niye beklemedin beni? Niye kaçıp gittin?
“Sandığın gibi değil.
Beni abin... O gece beni vurdular Züheyla. Gelmek çok istedim ama olmadı.
Yakalandım. Ne olur beni affet,” diyerek onu yatıştırıyordum. Kocası şaşırmıştı
ve bana doğru yaklaştı:
“Aranızda ne var lan
sizin? Sen kimsin ulan,” dedi. Namluyu bana iyice yaklaştırıp sertçe karnıma
bastırdı. Acı çektiğimi anlayan Züheyla kocasına, benim varlığımdan da güç aldı
sanırım, şiddetli bir tokat attı. Çok ciddi ve sert bakan mavi gözler artık
ağlamıyordu. Adam bu sefer de Züheyla’ya doğru yöneldi. Namlu ona çevrilmişti.
Züheyla artık dayanamadı:
“İster vur, ister öldür.
Ben daha fazla sana katlanamıyorum. Yeter artık. Bana ve şu ufacık çocuğa
yaptığına bak. Sen ne biçim adamsın. Karısına silah çeken adamdan ne hayır
gelir. Bi de beni seviyormuş. Sanki ben seni seviyorum. Benim sevdiğim adam
burada. Yıllar sonra karşıma çıktı işte. Bu gerçeği asla değiştiremeyeceksin.
Yıllar önce ayırdınız bizi şimdi ancak ölüm ayırır,” diyerek namluyu eliyle
sıkıca tuttu ve göğsüne bastırdı.
Ben onun kadar cesur davranamamıştım.
Kendimden utandım. Züheyla benim için mücadele ederken sesim çıkmamıştı.
Müdahale etmeliydim. Adama doğru yöneldim. Züheyla’ma zarar verecekti. İzin
veremezdim. Tam adama yumruk atacağım sırada adam gözünü bile kırpmadan tetiği
çekti. Gözümün önünde karısını tek bir kurşunla kalbinden vurdu. Züheyla yere
düşerken yakaladım, bırakmadım ve yere yatırdım cansız bedenini. O anda verdi
son nefesini biricik aşkım. O masmavi gözlerini kapattım yavaşça göz
kapaklarıyla. Artık bakamayacaktı o sevgi dolu gözler bu dünyaya. Başını dizime
koydum ve ipek saçlarını ilk ve son kez
okşadım. Onun için ne kadar ağlasam yetmezdi. Benim için canını vermişti.
Kocasına duyduğum nefreti dışarı vurmayı
planladığım sırada onunla göz göze geldik. Sanki saniyeler önce karısını vuran
o değilmiş gibi tepkisizdi. Tekrar bana nişan almış tetiği çekmek üzereydi. Onu
önemsemedim. Sonuçta beni öldürmese de ben ölmüştüm artık. Tam tetiği çekecekken
siren seslerinin duyuldu. Anlaşılan birileri bu adamın bütün planlarını
bozmuştu polise haber vermişti. İlk başta afalladı sonra da “seni bulacam,
hesabımız bitmedi” dedi. Tüfeği olduğu yere bırakıp arka kapıdan kaçtı ve gitti.
Züheyla ben onu ne kadar yüz üstü bıraksam
da, benim korumak için kocasına karşı
gelmişti. Bu hayata daha fazla dayanamamış ve kollarımda can vermişti. Ben de
onu unutmamak için minicik oğlunu evlat edinmeye karar verdim. Mahkeme
sürecinde yurtta kaldı. Mahkeme sorunsuz geçti ve Hasan’ı yanıma aldım. Onu büyüttüm,
okuttum. Ona çok güzel bir hayat inşa ettim. O günkü yaşadığı tramvayı yıllar
içinde atlattı ve şimdi bir doktor oldu. O bana Züheyla’mın emaneti ve
Züheyla’ya bir can borcum var. Onu hiç unutmadım ve unutmayacağım. Her daim
seveceğim. Tıpkı onun beni sevdiğini bildiğim gibi...
Yorumlar
Yorum Gönder